24 Aralık 2011 Cumartesi

Göçmen Kuşlar, Flamingolar...


Fotoğraf: Ömer Doğan
Güllük - Tuzla Sulak Alanı
 Flamingo dendiğinde bizim neslin aklına ilk gelen 1980’lerde yayınlanan “Flamingo Yolu” adlı dizidir. Şerif Titus’u, Lane Balou’yu ve sarışın güzel Constance’ı hâlâ hatırlarız çoğumuz. Dizinin jeneriğinde havalanan pembe beyaz flamingoları sempatiyle izlerken bizim coğrafyamızın bu doğa harikası yaratıklar için bir yaşam alanı olduğundan ise nedense haberimiz yoktur. 

Oysa flamingolar ve diğer göçmen kuşlar Ekim sonu Kasım başı gibi yanı başımızdaki Tuzla sulak alanına kışlamak ve üremek için gelmeye başlarlar. Aralık-Ocak-Şubat aylarında çoğalır ve Şubat sonundan başlayarak tekrar geldikleri yöne göç ederler.

İspinoz, küçük karabatak, büyük akbalıkçıl, kılkuyruk, yağmurçunlu, kaşıkgaga, fiyu, terek düdükçünü, beyaz pelikan, dalmaçyalı, balık kartalı, gri balıkçıl, karabağ martısı gibi kuş türleri; ayrıca pek çok yabani ördek ve yabani kaz türü burada aylarca konaklar.  

Flamingo Yolu adlı diziyi izlerken bizim kendi coğrafyamızla hiç bağdaştırmadığımız, bir hayal ülkesinin güzelliği gibi algıladığımız bu kuşları bizden önceki nesil iyi tanıyordu hiç kuşkusuz. Eskiler ne güzel demişler türkülerde “Allı turnam bizim ele varırsan şeker söyle kaymak söyle bal söyle, Allı Turnam ne gezersin havada, kanadım kırıldı kaldım yollarda” Atalarımızın göçmen kuşlarla kurduğu kalpten bağ apaçık ortadayken, korkarım bizim neslimiz gibi bizden sonraki nesil de yabancılaşıyor göçmen kuşlara.

Çocuklarımız bizim göçmen kuşların yaşam alanlarını işgal etmemize, o bölgelere evler yaptığımıza şahit oluyorlar. Rant uğruna topraklarımızdaki yaşam zincirlerini koparıp, göçmen kuşlara barınacak yer bırakmadığımızda nasıl bir döngüyü engellediğimizin farkında olduğumuzu hiç sanmıyorum.


Fotoğraf: Ömer Doğan
Güllük - Tuzla Sulak Alanı
 Bu kuşların neden göç ettiğine bile verecek kesin bir cevabımız henüz yok, her geçen gün göçmen kuşlarla ilgili yeni şeyler öğreniyor ve şaşırıyoruz. Örneğin göçmen kuşların dünyanın manyetik alanının kuvvet çizgilerine göre kendi durumlarını tespit ettiklerini ve doğru yönü bulduklarını artık biliyoruz. Bulutlu bir günde bile yönlerini şaşırmazlar. Çok iyi hava tahmincileridir. Havadaki barometrik basınç değişimini çok hafif olsa da fark edebilirler. Fırtına çıkacağını önceden keşfederler. Keskin bir görme gücüne sahiptirler. Binlerce kilometre ötedeki atmosfer basıncı değişikliklerinin meydana getirdiği çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgaları da fark ederler. Kuşlar insanlardan çok daha geniş bir dünyayı görür, duyar ve hissederler.

Fotoğraf: Ömer Doğan
Güllük - Tuzla Sulak Alanı


Milyonlarca göçmen kuşun uzun mesafeler kat ederek yaptığı yolculuk insanlar için hayati değer taşır. Kuşlar zararlı böceklerin baş düşmanıdır. Karaların çoğunun bulunduğu kuzey bölgelerine göç etmeselerdi ve yılın dörtte üçünü burada geçirmeselerdi, haşereler buralarda muazzam bir bitki katliamı yapardı. Baharda milyonlarca böcek, bitkiler üzerine yumurta bırakır. Bunlardan çıkan tırtıllar, kuşlar tarafından yenilerek kontrol altında tutulur. Çeşitli kurt, böcek ve çekirge yumurtalarını yiyerek mutlak bir kıtlığın önüne geçerler.

Hal böyleyken ve henüz Güllük – Tuzla Sulak Alanı hâlâ bu güzel canlılar için uğrak yeriyken rahat bırakalım da yaşasınlar!

1 Aralık 2011 Perşembe

Kum Zambakları

Kum Zambağı

Bundan 15 yıl kadar önceydi sanırım. O zaman da şimdi olduğu gibi benim için yaz günlerinin en güzel eylemi kumsalda güneşlenmek ve denize girmekti. İnsanı canlandırıp yeniden doğmuş gibi arındıran serin Ortakent denizinin billur gibi temiz denizinde yüzüp çıktıktan sonra nefes nefese kendimi kumların üzerindeki havluma attığımda burnuma gelen güzel ve ferahlatıcı kokunun etraftaki birilerinin parfümü olduğunu sandım önce. Fakat diğer günlerde de bu kokuyu sık sık fark ettiğimde “Allah Allah, kimden geliyor bu güzel koku?” diye epey bir zaman merak ettim.  Hatta kendime parfüm almak için bir mağazaya girdiğimde bu kokuyu tezgâhtar kıza tarif edemeyip bulabilmek için her bir markanın ürünlerini tek tek denemeye kalkmışlığım vardır o günlerde. 

Bir gün yine -Ortakent kumsalının devamı olan- Kargı sahilinde tek başıma güneşlenirken, güneşin ışınlarını iliklerime kadar hissedip gözlerim yarı aralık uyumakla uyanık kalmak arasında mest, bir kaç dakika önce okumakta olduğum kitabım bir yana devrilmiş, düşüncelerim bir oraya bir buraya savrulurken birden bir rüzgârın hafif esintisiyle aynı koku burnuma geldi. İşte o zaman bu kokunun birisinden gelen bir parfüm kokusu olamayacağını anladım. Çünkü etrafta benden başka kimseler yoktu, ekim ayının ortalarında yaşanan sarı yaz günlerinden biriydi. Gözlerimi açmaya ve yerimden kıpırdamaya erinerek o vaziyette  düşünmeye başladım. İyi ama o zaman nerden geliyordu bu güzel koku? Üstelik bir gelip bir giden, duymak istediğimde değil ansızın en ummadığım bir zamanda ama sadece burada, Ortakent - Kargı kumsalında burnuma gelen bu eşi benzeri olmayan koku neydi? Yoksa az önce yarı dalmışken rüyamda gördüğüm rahmetli babaannem kendisinin iyi ve huzurlu olduğunu anlatmak için bana cennetten mi gönderiyordu bu kokuyu? Yada bana yaptığım iyi şeyler için teşekkür mü ediyordu, kim bilir? Bu koku bir ödül müydü bana? Cennetin kokusu muydu?

Bu düşüncelerime kendim bile güldüm ve içimden “hadi canım,sen de artık iyice saçmalamaya başladın” deyip yerimde doğrularak gözlerimi açtım ve etrafıma şöyle bir bakındım. Bir de ne göreyim, kumsalın tam ortasında havlumu serdiğim yerin yarım metre ilerisinde yeşil uzun yapraklarının arasından hafifçe boynu bükük ama kocaman görünen bembeyaz bir zambak çiçeği! Daha önce hiç görmediğim, gördüysem de fark etmediğim bir çiçek. Şaka gibi, sanki kumların ortasına dekoratif amaçla konulmuş gibi duruyor.Bir zambak olup olmadığını bilmem mümkün değil, bildiğimiz zambaklara da pek benzemiyor ama insan bu çiçeğe ancak zambak diyebilir, başka bir isim değil.
Dokunmaya bile kıyamayıp kokladım ve kokunun kesinlikle ona ait olduğundan emin oldum. Etrafta sağda solda kumların arasında pek çok olduklarını gördüğümde sesli olarak gülmeye başladığımı hatırlıyorum. “Nerden çıktınız siz böyle, ne güzel şeylersiniz” diye kendi kendime söylenerek bu güzel  karşılaşmanın ve kumsaldaki beraberliğimizin tadını çıkarmak üzere yeniden kumlara uzandım. Tıpkı bir meditasyondaymışım gibi derin nefes alışlarımla onların sadece kokularını değil güzelliğini ve varlıklarıyla bana verdikleri sevinci içime çektim.
Hüzün sarılarının etrafta ışıdığı bir sonbahar günü kafamda bin bir düşünce, kumsalda tek başıma güneşlenirken aniden fark ettiğim varlıklarıyla bana neşe katan, kendiliğinden orada bitivermiş ve günümü güzel kılan bu çiçekleri çok sevdim. Sonraki günlerde ta kasım başına kadar her kumsala inişimde havlumu bir kum zambağı öbeğinin yanına serdim ve sadece koklayarak değil o nazenin ve kırılgan hallerini, rüzgârda salınışlarını seyrederek kafamdaki bin bir türlü olumsuzluğun hoşgörüye dönüştüğü çok güzel saatler geçirdim.
Derken kış geldi ve artık kumsala pek inmez oldum. Yaz yeniden geldiğinde ise kumsala inmek için ayıracak vaktimin olmadığı zamanlardaydım. Bu böyle 15 yıla yakın bir süre devam etti ve ben onları unuttum, gitti.

Bu yazın son günleri hatta eylül ayının da sonlarıydı, o çok sevdiğim Ortakent - Kargı kumsalına yeniden döndüm sonunda ve hayatıma tekrar deniz-kumsal-güneş ritüelini sokmayı başarabildim. Kumsalda olduğum her anı büyük bir keyifle içime çekerken bir an kum zambaklarını hatırlayıverdim birden ve tüm keyfim kaçtı. Nasıl olup da bunca yıl onları unuttuğuma inanamadım. Etrafıma bakındım, kalktım bir kaç metre sağa sola yürüyüp arandım fakat yoklardı, bulamadım. Sonraki günlerde de kumsala indiğimde hep gözlerim kum zambaklarını aradı. İnternette haklarında araştırmalar yaptım, resimlerine baktım. Kum zambakları hakkında okuduğum “türleri yok olmakta” ibaresi içimi yaktı.  Kime kızacağımı bilemedim. Yoksa bu sahillerde artık kum zambakları açmıyor muydu? Ortakent kumsalına başka bir anlam katıyordu kum zambakları, onlardan başka hangi bitki bu kadar güzelleştirebilirdi bu sahili? Üstelik kum zambaklarının yeri yurduydu bu sahil. Onları yerinden yurdundan etmek nasıl bir zalimlikti!
Her gün sahilde uzun yürüyüşler yaparken gözlerim hep kenarlarda bir yerlerde bir kum tepesinin ardından başlarını uzatıvereceklerine inanarak etrafı tarıyordu. Fakat kumsalda güneşlenen insanlardan değil kum zambaklarını kumları bile görmek neredeyse imkânsızdı. Hatta kendini ayrıcalıklı gören bazı siteler kumun üzerine beton dökmüşler ve orayı yasalara aykırı olarak tamamen kendi bölgeleri ilan ederek kimseyi yaklaştırmıyorlardı bile.

İyi ki bu duruma içim parçalandığı için “daha uzaklara gideyim” demiş ve yarısına kadar beton dökülmüş kumsalı daha az görmek adına yürüyüş parkurumu uzatmışım. Tabii sezon da artık sona ermiş ve kimseler kalmamıştı sahillerde. Bir gün Kargı sahilinin en uzak köşelerinden birisinde bir de ne göreyim! Kum zambakları! Oradaydılar. Hemen koştum, dokunmayıp sadece kokladım ve onları uzaktan sevdim. Ertesi gün fotoğraflarını çekmek için koştum yanlarına.

Kum zambakları artık yürüyüşlerimde varlıkları ve güzel kokularıyla etrafa güzellik saçıyorlar. O kadar doğallar ki, onları fark edemeyebilirsiniz bile dikkatle bakmazsanız. Ekim sonuna kadar çiçekleri kumların üzerinde sanki dekoratif bir süsmüş gibi kalacak. Sonra vedalaşacağım onlarla, kış boyunca dinlenecekler, belki de yapraklarını bile feda edecekler bir sonraki ağustos ayında çiçek açabilmek için. Yumruları toprağın altında kendini çoğaltacak eğer birileri onları bulundukları yerde rahatsız etmezse.
Onların bu sahillerde ve hayatlarımızda hep var olmasını, denize girmek ve güneşlenmek için bu güzel kumsalın nimetlerinden faydalanan insanların üzerinde bulundukları sahilin bu güzel çiçeklerin evi olduğunu hiç unutmamasını diliyorum.

Not 1: Kum zambağı (Pancratium maritimum), nergisgiller (Amaryllidaceae) familyasına ait, kıyı kumullarında yetişen soğanlı bir bitki türü.
Çok yıllık, soğanlı, genişçe uzun şeritsi yapraklı, yaklaşık 40-45 cm boyunda, beyaz çiçekli, çiçek sayısı 3-15, koronalı, korona tepallerin 2 / 3 ü kadardır. Çiçeklenme zamanı ağustos ve ekim ayları arasındadır.
Tüm Akdeniz ülkelerinde ve Karadeniz’in güney kıyılarında yetişir. Türün nesli tehlike altındadır. Türkiye'de bulunan zambakların ülke dışına çıkarılması suçtur. Türe yönelik en önemli tehdit, kıyı bölgelerinde hızla yayılan yazlık konutlardır.

Kaynak: Vikipedia

Not 2: Kum Zambağı’nın Muğla’da halk arasındaki yöresel adı “Tantaraş”. Datça ve civarında soğanını dövüp bir beze sarıyorlar ve ağrıyan eklem veya adalenin üzerine koyarak, ayrıca romatizma tedavisinde de kullanıyorlar.

Kaynak: Prof. Dr. Ertan Tuzlacı "Bodrum'da Bitkiler ve Yaşam"

15 Kasım 2011 Salı

Başlarken

Doğrusu hep neden bir şeyler yazmak istediğimi sorgulamışımdır. Sadece kendimin değil başkalarının da - özellikle günlük tutanların -  neden yazdığı aklımı kurcalar. Saçma bulduğumdan yada gereksiz gördüğümden değil, tam tersine yazmak eyleminin ve başkalarının yazdığını okuyarak bu eyleme anlam kazandırmanın benim gözümde anlatılması zor önemlilikte bir yeri var. Okumak eylemi ikincil kalıyor, yazmak eyleminin yanında. Tabii ki okumak eyleminin ne denli hayatlarımızı etkileyip şekillendirdiğini yadsımak değil niyetim.

Her neyse, eminim hepimizin aklının içinde dönüp dolaşan ve içinde bulunulan zaman-mekan-algı durumuna göre cevapları değişen sorgulamaları vardır ve benimki de onlardan biri sadece.

Yani uzun lafın kısası "Neden buraya bu satırları yazıyorum?" sorusuna verecek kesin bir cevabım yok şimdilik. Bir kaç sebep sıralayabilirim fakat eğer ben kendimi bir parça tanıyorsam, kendimi yanıltmışlığım da vardır ve bu cevapların doğru olup olmadığını ben bile bilemem. Çünkü hepinizin her an yakalanabileceğiniz hatta yakalandığınızda da büyük bir ihtimalle farkına varamayacağınız çağımıza özgü bir hastalığımız var: "kendine yabancılaşma".

"Neden buraya bu satırları -üstelik kişilerin izleyip yorumlamasına açık olarak- yazıyorum?" sorusunun cevapları şunlar olabilir:

- Sosyalleşme ihtiyacı
- Kendini anlamaya çalışma
- İlgi çekmek
- Paylaşmak
- Kayıt tutmak, ileride hatırlamak ve ders almak için kendi tarihini oluşturmak

Şimdilik bu kadar. Henüz hiçbirşey yazmadığımın farkındayım.