21 Nisan 2014 Pazartesi

“Çılgın Kalabalıktan Uzakta”

Bodrum Çömlekçi Köyü'nde bir köy evini alıp restore eden
ve burada yaşayan Cliff - Çiğdem Fraser çifti.
Çok insan şehirden, kalabalıklardan uzak yaşamak ister ama bunu başaramaz... Mumcular’a bağlı Çömlekçi Köyü’nde yaşayan Çiğdem ve Cliff Fraser çifti ise bu konuda başarılı sayılabilecek çiftlerden...

Geniş bir salon yada yaşama alanı... Cliff’in çalışma alanı da burada... Merdivenle inilen bir mahzen var aşağıda. Aynı merdivenle yukarı çıktığınızda ise güzel bir güneşlikli odaya ulaşıyorsunuz, kahvaltı edip güneşi hissetmek için...

Üst katta harika manzaralı bir yatak odası yanında ise ütü gibi günlük işlerinizi yapabileceğiniz geniş bir oda, çok geniş bir bahçe, çalışma odası, alt ve üst teras... Cliff burada fırsat bulduğunda mermer heykeller yapıyor...

Biz bir yandan evlerinin içinde fotoğraflarla gezinirken diğer yandan ev sahiplerinin anlattığı köy yaşamıyla ilgili notlara kulak verelim...


Bodrum Home Style Dergisi'nde yayınlanan
diğer bir resim: evin salonu. 
Böyle bir yeri gördüğümüzde hemen aklımıza bu söz gelir. Thomas Hardy’nin ünlü romanının adı ‘‘Far from the madding crowd” yani “Çılgın kalabalıktan uzakta”...

Sessiz sakin huzurlu yemyeşil... Etrafta kuş sesleri... Biraz tezek kokusu, uzaktan uzağa kuzuların sesleri ve dilini başlarda anlamakta yabancılık çektiğiniz köylüler... Çömlekçi köyünde
bu anlatıma tam uyan Cliff ve Çiğdem Sarı’nın öyküsü köyleri gezerken başlamış...

"Özellikle Çömlekçi köyü diye düşünmemiştik, aradığımız bu civar köylerde yani Mumcular bölgesinde bahçesi de olan bir taş ev idi. Çömlekçi köyüne seyahat acentamız olmasından dolayı müşteri getiriyorduk ve ben ziyaret ettiğim her eski taş eve âşık olup herkese satılık ev aradığımızı söylüyordum.

Derken bir gün bu evi duyduk. Cliff ve ben Eylül sonu akşam saatlerinde hava kararmak üzere iken evi görmeye geldik. Daha bahçeye girer girmez işte aradığımız dedik.

Salonun bir diğer köşesi

Manzara muhteşem, evin konumu çok güzeldi ayrıca Bodrum ve havaalanına çok yakındı. Biz evi görür görmez çok beğenmiştik,iki gün sonra bir akşam ev sahipleriyle konuştuk ve ertesi günü satın aldık. Ev sahipleri inanılmaz cana yakın bir aile
idi.

Onlar da bizi görür görmez “evi bu kişilere verebiliriz” diye düşünmüşler. Bizden önce eve talip olan birileri varmış. Osman amca, ev sahibimizin kocası satış için onlara söz vermiş fakat
asil ev sahibi Melek teyze kişileri hiç sevmemiş ve tapuya gidelim dedikleri gün de dağa kaçmış “ben annemden kalan evi bu kişilere satmam” diye.

Konuyu bize anlattıkları zaman Cliff ile çok güldük. Melek teyzenin daha yeni polis okulunu bitirmiş genç kızı trafik kazasında vefat etmiş o yüzden bize evi bir şartla sattılar, “ben onlara kızlarının
eksikliğini hissettirmeyeceğim ve onlara sahip çıkacağım”... İşin bu tarafı da çok onur verici ama öte yandan da çok üzücü tabii. O gün bugündür sık sık görüşürüz.

Ayrıca başka bir konu daha var size anlatmam gereken; Melek teyze ve bir erkek kardeşi bu evde doğmuşlar, babaları onlar daha çocukken askere gitmiş ve bir daha geri dönmemiş, annesi her gün asker yolu beklermiş, geçimleri ise tarım ve her evde olan birkaç baş hayvan.

Birgün hep birlikte dağa gitmişler. Buralarda dağda dereler akar, yaz dahi suyu eksilmeyen göletler vardır ve zakkum ağacı da suyu çok sevdiği için bu civarda oldukça boldur.

Melek teyzenin erkek kardeşi bir zakkum dalı koparıp annesine “bizim de evimizin bahçesinde bu ağaçlardan yetişsin" demiş ve eve gelince bahçeye dikmiş. Bir gün sonra erkek kardeşini kuyruklu akrep sokmuş ve kurtaramamışlar. Fakat aradan geçen zaman da fark etmişler ki çocuğu akrebin soktuğu yerde zakkum ağacı yetişmiş.

Çocuklarıyla özdeşleştirmişler ağacı. Evi aldığımız zaman kesilmemesi istenen bu ağacı aynen koruduk.

Burası Bodrum Çömlekçi Köyü'nde
gerçek, içinde yaşanan bir mekân.


Cliff: “Çiğdem’in anlattığı gibi benim özellikle çok sevdiğim bir bölüm yok. Her odanın fonksiyonları ve kullanım tarzı bir diğerinden çok farklı. Benim favori yerim ise nar bahçesi. Burası bahçenin batısında çok büyük bir dut ağacının altında oturma alanımız, masa ve sandalyelerin bulunduğu yer. Buradan evin tüm konumunu rahatça görebiliyorsunuz, balkonlar, bahçe, sebze bahçesi ve muhteşem bir Karaova vadi manzarası.

Tabi ki bahçemiz var mevsimsel sebze ve bazı meyveleri kendimiz yetiştiriyoruz. Yetiştirdiğimiz sebzeler bizim ihtiyaçlarımızı fazlasıyla karşılı yor, ihtiyaç fazlası sebzeleri de anneme götürüyorum bütün komşulara dağıtıyor. Küçük günlük alışverişleri buradan bakkaldan yapıyoruz, fakat genelde iş dönüşü Bodrum’dan temin ediyoruz. Her Pazar günü sabah erken saatlerde başlayıp 11:00 civarında son bulan Mumcular pazarımız var. Gezmesi ve alışverişi çok keyifli ve ucuz. Çünkü ürünleri birebir üreticiden alıyorsunuz, peyniri mesela, tadarak buradan alıyoruz. Komşularımız çok sıcak ve yardımsever insanlar, bir sabah uyandığınızda kapıda taze sağılmış sıcak süt buluveriyorsunuz. Sizi çok mutlu ediyor bu, yani karşılık beklemeden vermek biliyorsunuz şehir hayatında böyle bir şey yaşamak olanaksız.

Her bir komşumun geçim kaynağı halı dokumanın yanı sıra çiftçilik. Zeytin zamanı zeytin toplayarak ihtiyaç fazlası yağı satıyorlar. Onun dışında yetiştirilen sebzeler kendi ihtiyaçlarını karşılıyor. Bir de her evin büyük baş hayvanı var. Süt, yoğurt, peynir ve tereyağ elde ediyorlar.

Köyde öyle ilginç kişilikler yok, herkes kendi halinde kendi geçim derdine düşmüş durumda. Köyümüzün geçim kaynağı, halıcılık, hayvancılık ve çiftçilik. Bir de seracılık var sebzeler yetişiyor Bodrum ve Milas pazarına gelen bir çok sebze bizim köylüler tarafından temin ediliyor. Eğer bir gün köy halkı seracılığı bırakırsa sanırım aç kalırız. Seracılık o denli çok önemli.

Köyümüzde 350 kadar ev var. Yaşayan kişi sayısı 900 civarı. Yani kalabalık bir köy fakat ben tüm köy halkını tanımıyorum. Yalnızca yakın komşularımı tanıyorum. Okuma yazma iyi durumda, hemen hemen her genç Bodrum ve Milas'a çalışmaya gidiyor. Tek sorunumuz var genç kızlarımız evlenip Bodrum ve Milas’a gitmek istiyorlar... Hiç birisi köyde kalıp halı dokumak istemiyor. Bu durumda sanırım el dokuma halılarımız da rafa kalkacak yapacak kimse kalmayınca.

Zorlukları ne böyle bir evde ve köyde yaşamanın? Sık sık kesilen elektrik ve internet bağlantısı dışında zorluğu yok.”

Bu yazı Nisan 2014 Bodrum Home Style dergisinde yayınlanmıştır.

Yazı: İkbal Çiğdem Damar
Fotoğraflar: Necip Damar




14 Nisan 2014 Pazartesi

Ortakent'in Silüetini Güzelleştiren Kule Taş Ev

Ortaken'te eski değirmenlerin olduğu yamaçtaki bu
eski kule taş ev şimdi restore edilerek yeniden
hayat buldu!


Artık tarihin tozlu sayfalarının unutulmuş soluk bir resmi değil! 


"Halk yapı sanatının gerçek ürünlerini kıskançlıkla korumak gerekir" Cengiz Bektaş. 

Bodrum yarımadasının son zamanlarda en gözde yerleşim yerlerinden Ortakent'in kule taş evlerini fark etmişsinizdir; soluk, sessiz ve gizemli duruşlarıyla ta uzaktan sizi etkisi altına alırlar. Bir sonraki geçişinizde onları hala burada, bu yıkık dökük halleriyle bile olsa görebilmek için içinizden dua edersiniz. Geleneğinizle, tarihinizle, atalarınızla aranızda güçlü bağlar kuran bu evlerin hikayelerini, içlerini ve içerideki yaşamı merak edersiniz...

Bir zamanlar Ortakent'te daha fazla sayıda bulunan geleneksel kule taş evlerden bugün ne yazık ki sadece bir kaç tane kalmış. Eski haline sadık kalınarak restore edilmiş olanlar ise "bir kaçı" bile değil, bir elin parmaklarının sayısını geçmeyecek kadar az... Gücümüz yetmemiş, parayla ölçülemeyecek değerdeki bu kültürü, ata yadigârlarımızı korumaya!

Çok şükür hâlâ aramızda bu değerlerin yitip gitmesine gönlü razı olmayanlar var 

Bu hızlı yok oluşun önüne geçilemezken çok şükür hala aramızda bu değerlerin yitip gitmesine gönlü razı olmayanlar var. İyi ki de var. Böylece Bodrum yarımadasında bulunan bu ender yapıların mimari ve estetik inceliklerinin, tarihsel konumu çerçevesinde gelecek nesillere aktarılabilmesi mümkün olacak. Sadece gelecek nesillere aktarılmakla kalmayıp, gözümüzün bebeği ata yadigarlarımız tarihten silinmemiş olacak.

İşte bu yazımızda size tarihin tozlu sayfalarında eski ve hüzünlü bir resim olarak kalmaktan kurtarılan bir kule taş evden bahsedeceğiz; Ortakent'in kule taş evlerinin sıralanış sırasında denize doğru en sonda bulunan evi iki yıl gibi bir süre içinde restore eden mimar Orhan İşbir ile ona kendi eliyle yaptığı çeşitli sanatsal objelerle destek olan, tasarımlarıyla evin iç dekorasyonunu tamamlayan sevgili eşi Ayşe Mücella İşbir'den...

Meslek hayatında pek çok projeyi başarıyla hayata geçiren mimar Orhan İşbir bu evi restore ederken geleneksel yapı sanatının önceliklerini, inceliklerini günümüz teknolojisi ve konforunu da katarak uygulamış.


Kule taş evler 1600'lü yıllardan beri oradalar 

Ortakent'in kule taş evleri, kökeni antik çağlara uzanan bir yapı geleneğinin örnekleri olarak 1600'lü yıllardan beri bulundukları o tepelerin silüetinde varlar. Antik çağlardan yakın zamana değin pek çok kentin olduğu gibi Bodrum'un da etrafı korunma amaçlı olarak surlarla çevriliydi. Evliya Çelebi'nin söylediğine göre halk o yıllarda kalenin içinde yaşıyordu ve 1671 yılında Bodrum sadece 200 haneden ibaretti. Çeşitli sebepler yüzünden Bodrum'da surların dışında yapılan ilk evler, kule tipi evlerdir.


 Çoğu terk edilmiş yapılardan oluşan, eski dokuya ait dokunulmamış izler taşıyan bir mahalle!
 
Kule taş evimizin bulunduğu alan, Ortakent'in köy içi bölgesinde ve şimdilerde yerlilerden pek kimsenin yaşamadığı, eski yerleşim izlerinin de son bulduğu bir yer. Diğer mahallelerden farklı, çünkü evler kayalık bir yamaçta, setlerle birbiriyle bağlantı kurabilen bir vaziyette yapılmış.

Mimar Nezih Aysel 2001 yılında bu bölgede birisi sarnıç, diğeri yel değirmeni olmak üzere 8 tane mimari karakterini kaybetmeyen eski taş bina tespit ederek rölövelerini çıkarmış. Bugün aynı tespiti yapmak için bu bölgeye gitse mimari karakterini kaybetmeyen sadece bu yazımıza konu olan kule taş evi bulacak korkarım ki...


Mustafa Paşa Kulesi
Yazımıza konu Kule Taş Ev'in yakınında diğer bir bölgede şimdilerde Ada Sofra adıyla anılan, Mustafa Paşa Kulesi olarak tescil edilmiş olan ve tarihin tozlu sayfalarında soluk bir resim olmaktan kurtarılmış bir kule taş ev daha var ki görülmeye değer. Mustafa Paşa Kulesi iyi restore edilmiş ve bugüne dek pek çok yazıya konu olmuş, 1600'lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen bir yer. O mahalle de ise kurtarılmayı bekleyen pek çok eski taş binaya rastlamak mümkün.


Bodrumlu komşuluktan anlar
Evin sahibesi Ayşe Hanım, evin restorasyonu tamamlandığında karşı evde oturan Ortakent'in yerlisi olan komşularının kapısını çalmış ve kahve içmeye davet etmiş. Komşu evin hanımı kahve içmeye geldiğinde karşıdan görünen kendi evlerine ve bahçelerine bakıp "bizim kümesin kokusu buraya kadar geliyor, görüntüsü de sizi rahatsız etmesin, en iyisi biz kümesi daha öteye bir tarafa alıverelim" demiş. Gerçekten de ertesi gün karı koca hiç üşenmeyip, hayvanlarının bulunduğu alanın yerini değiştirmişler, o alanı temizlemişler. Ayşe Hanım, bu düşünceli ve nazik davranış karşısında çok müteşekkir olmuş, ne diyeceğini bilememiş.

Mimar Cengiz Bektaş'ın kitabında Arif (Kaptan) Usta'dan aktardığına göre, zaten eskiden Bodrumlular evlerin birbiriyle ilişkilerini komşu komşuya konuşarak çözermiş. "Önemli olan birbirinin içine bakmamak, görüşünü, güneşini, havasını kesmemek, komşuluk ilişkilerini titizlikle korumak" demiş Arif (Kaptan) Usta.


Yüz yıl kadar önce ev Deveci Karabekir'e aitmiş...
Ev sahibesi Ayşe Hanım evin bulunduğu mahalleyi ve sokaklarını adım adım dolaşmış, yerli komşularını görmeye, tanımaya çalışmış. Bir gün bir sohbette kadınlardan birisi bu evin çok eskiden onun akrabalarından olan Deveci Karabekir'e ait olduğunu söylemiş. Ne yazık ki Deveci Karabekir hakkında henüz pek bir şey bilmiyoruz.


Yapı sanatının nesilden nesile aktarılan uygulamaları
Ev sahibi Orhan Bey, evi restore ederken halk yapı sanatının nesilden nesile aktarılan ve evin orijinalinde de var olan uygulamaları korumaya özellikle çaba harcamış. Örneğin, evin pencerelerine takılan ahşap kepenkler eskiden cam kullanılmadığı için ve korunma amaçlı olarak dışarı değil içeri takılırmış. Orhan Bey de buna sadık kalmış ve öyle yapmış.


Ardıç ağacından lentolar
Diğer bir geleneksel uygulama ise ardıç ağacından yapılmış olan lentolar. Evin orijinalinde kapı ve pencere lentoları ardıç ağacındanmış. Bin yıldan uzun ömürlü olduğu rivayet edilen ardıç ağacının Anadolu ve Türk kültüründe önemli bir yeri var. Ayrıca düşünün ki on binlerce yıl önce Çatalhöyüklüler de evlerini yaparken ardıç ağacı kullanmışlar.

Orhan Bey, evin orijinalinde var olan ve ne yazık ki çoğu artık kullanılamaz bir halde günümüze ulaşan ardıç ağacından lentoları kullanılır hale getirmek istemiş. Malzemeyi ve bunu yapacak ustayı bulması -çünkü el ile düzgün bir işçilikle, bu işi bilen bir usta tarafından yontulması gerekiyor- yaptırması epey külfetli bir süreç alsa da sonunda buna değmiş.


Aynı avluya açılan üç binadan oluşan bir mekân
Ana bina; bir kule taş ev ve bitişiğindeki ek hizmet bloğundan oluşuyor. Eskiden yunmalık, hela ve benzeri birimleri barındıran bu hizmet bloğu, şimdi çok güzel bir deniz ve doğa manzarasına sahip olan evin en büyük yatak odalarından birisine sahip.

Ev sahipleri burayı satın aldıklarında birbirine bitişik bu iki binadan ayrı olarak avluda bir de ahır olarak kullanılan üçüncü bir bina varmış. Burasını hiç ölçülerine dokunmadan ve doğal yapısını bozmayarak restore etmişler. Ana bina ile arasını cam bir bölme ile muhafaza altına alıp, çok güzel bir yaşama alanına çevirmişler. Böylece aynı avluya açılan üç binada her biri ayrı özellikte ve güzellikte toplam 7 yatak odası, 5 banyo ve 4 salon oluşmuş.


Kule Evler hakkında...
Kule taş evler
Bodrum'daki Sakız tipi ev ve Musandralı evden başka bir de Kule tipi ev vardır.

Kule taş evler ilk yapıldıklarında en kalt kat yani zemin kat ahır olarak kullanılır ve eve bu katın üzerindeki birinci kattan, dışarıdan bir merdiven dayanılarak girilirmiş. Hatta evin içinden indirilen zincirli bir köprü ile bağlantı sağlanırmış.

Kule taş evleri yapan taş ustaları, evlerin kimin tarafından yapıldığını anlaşılsın diye bir duvara kiremitlerle kendilerini temsil eden sembolü örerek hatıra bırakırlarmış.

Aya Nikola Kilisesinin duvarlarının anlatmadıkları!

Ara Güler'in objektifinden Bodrum Aya Nikola Kilisesi
yıkılmadan önce! 

Hikâyemizin başı

Bundan birkaç yüz yıl önce Osmanlı amirali Kızılhisarlı Mustafa Paşa'nın Osmanlı Donanması'na gemiler yapmak için Bodrum'a gelmesiyle başlıyor kilisemizin hikâyesi...

Kızılhisarlı Mustafa Paşa savaş gemileri yapmak için komşu Yunan Adaları'ndan ustalar ve işçiler getirtip Bodrum'a yerleştirecek ve bu Rum ustalarla işçiler Bodrum'da büyük bir kilise inşa edecekler, bu kiliseye de kendi inançlarınca denizcilerin, tüccarların, öğrencilerin, çocukların hatta hırsızların koruyucusu olan Aya Nikola'nın adını vereceklerdi.


Osmanlılar zamanında kilise inşa edildi

1780 yılında inşası tamamlanan Rum Ortodoks kilisesi ve yarımadada yapılmış olan pek çok şapelin yapımına Osmanlılar izin verdi. İzin vermekle de kalmadı Osmanlı padişahları, Rum tebaanın ibadetlerini yerine getirebilmeleri için onarım fermanları çıkardılar.

Aynı yıllarda bugün hâlâ ibadete açık olan Kızılhisarlı Mustafa Paşa Camii, Tepecik Camii, Kelerlik Camii, Türkkuyusu Camii gibi pek çok cami de yapıldı.

O zamanlar herhalde herkes işiyle gücüyle meşgul olduğundan, işbölümüne ve karşılıklı hoşgörüye dayanan bir hayat vardı. Bodrum'da kimse kimsenin kilisesine, camisine, mezarına, kutsalına dokunmaya kalkışmıyordu.


Mübadele ve boş kalan kilise

Derken 1923 yılında mübadele dolayısıyla Bodrum'daki Yunanlılar gitti, onların yerlerine artık bizim toprağımız olmayan Girit'ten gelen Türkler yerleştiler.

Rum Mahallesi, Giritli mahallesine dönüştü. Mallarını mülklerini satıp veya bırakıp giden Yunanlılarla farklı inançlara sahip olsalar da işbölümüne dayalı iyi ilişkiler kurmuş olan Bodrum halkı yeni gelen Giritli Türklere alışmakta zorlandı. Dinleri aynı olsa da farklı davranışlara, alışkanlıklara sahip Giritlilere "yarı gâvur" gözüyle bakmaya başladı.

Gel zaman git zaman Giritlilere de alışıldı, denge kuruldu. Kilisede ise ibadet edecek kimse kalmamıştı.


Kilise binası zamanla sosyal ve kültürel bir mekân oldu

Aya Nikola Kilisesi, müdavimleri gittikten sonra artık bir kilise değil, bir binaydı sadece. Zamanla bu bina, ihtiyaç duyulan alanlarda imdada yetişti ve Bodrum'un tarih çizgisinde bir kilise değil ama her fırsatta önemli işler için kullanılan bir bina olarak kendine yer edindi; Süngerleri koyacak yer bulamayınca sünger deposu, istimle çalışan bir motorla elektrik üretmek için fabrika, film izlemek için sinema, tiyatro ve benzeri gösterilere sahne, hatta gelin-damatlara nikah ve düğün salonu...

Kilise 1923 - 1969 yılları arasında Bodrum'da yaşayan herkesin bir şekilde yolunun düştüğü, hayatının önemli anlarını yaşayıp bu anları sevdikleriyle paylaştığı bir mekân oldu.

Kilise binasında ilk filmler seyredildi, film starlarının, jönlerinin görüntüleri burada kalpleri çarptırdı. Kilise'nin sahnesinde izlenen tiyatro eserleri kimi zaman coşkuyla, kimi zamansa hüzün ve gözyaşıyla alkışlandı.

1928-29'lu yıllarda Kilise binasına buharla çalışan bir elektrik üretme motoru kurarak Bodrum'a elektrik sağlayan şirketin kurucuları Hasan Uslu, Hasan Zengin ve Belediye Başkanı Dr. Mümtaz Ataman'ın kardeşi Necip Ataman idi.


Kilise binası 46 yıl boyunca Bodrumluların hayatında yer aldı

"1930 - 1980 Bodrum" kitabının yazarı Bodrum'un köklü ailelerinden Rüştü Gür anlatıyor: "Bodrum Gençlik ve Spor Kulübünün etkinlikleri ikinci bir okul gibiydi. Biz de bizden önceki kuşağın izinden gidip yalnızca futbol oynamıyor, atletizm ve tiyatro çalışmaları da yapıyorduk. Yöneticimiz Bodrum'un tanınmış ailelerinden Derviş Görgün'ün kardeşi Yusuf Görgün'dü. Yalnızca spor çalışmalarımızı değil her türlü etkinliğimizi o yönetir, bizleri kültürel açıdan da eğitirdi.

Tiyatro çalışmalarımızı kulüp lokalinde yapardık. Kaymakam Ekrem Severcan'ın döneminde Kaymakam Beyin eşinin başkanlığında tiyatro çalışmaları Halkevi'nde yapılırmış. Onlar da oyunlarını Kilise'de sahnelerlermiş."

"Cumhuriyetin ilk yıllarında Kilise, Halkevi'ne bağlı sosyal etkinlikler için kullanılırdı. Ayrıca 1943 - 44 yıllarında Şoför Kemal Ay adlı bir şahıs dışarıdan tiyatro grupları getirip Kilise'de gösteriler düzenlerdi. Kilise'de Turgut Nalbantoğlu'nun ablası Halime Hanım ile Bodrum Jandarma Komutanı Abdülkadir Okyay'ın nikah töreni de yapıldı."

"Kulüp olarak Süt isimli bir tiyatro oyunu sahneye koymuştuk. Her zaman yaptığımız gibi Halkevi'nin bünyesinde, Kilise'de oynayacaktık. Ama davetiyeler Halkevi adına hazırlanacağına CHP adına hazırlanmış, Halk Partisi İlçe Başkanı Niyazi Toker tarafından da imzalanmıştı."

"Kendisi de Halk Partili olan babam 'gençleri nasıl olur da politikaya alet edersiniz?' diye çok kızdı. Davetiyelerin parti adına değil, daha önceleri olduğu gibi Halkevi adına basılmasını istedi. Önerisi kabul edilmeyince piyes iptal edildi."

(Not: Cumhuriyet Caddesi'nde bulunan şimdiki Bodrum İlçe Kütüphanesi, o zaman Halkevi olarak kullanılıyormuş.)


"Tarihi değeri yoktur, bunlar kiliseyi ibadete açacaklar" dedikoduları

Kilise olarak 1923 yılında boş kalan fakat yıllarca Bodrum'un sosyal ve kültürel yaşamında önemli bir yer edinen Kilise Binası nedense birilerini rahatsız ediyor. "Tarihi değeri yok", "kiliseyi ibadete açacaklar" gibi dedikodular etrafta dolaşmaya başlıyor. Kilise'nin yıkılması için Belediyeye baskılar sürüyor.


"Çökme tehlikesi vardır" diye yıkımına karar verilen Kilise dinamitle zor yıkılıyor.

Bundan sonrasını da Baskın Oran'dan dinleyelim: "Belediye Reisi Derviş Bey'in bu barbarlığı yapması mümkün mü? İnsancıl. Zamanı için çok kültürlü; lise bitirmiş. Çok dindar; ibadet yerini yıkar mı? Üstelik, süngerci Kalimnoslularla ve diğer adalılarla her an görüşüyor, gidip geliyor. Kendi anasıyla konuştuğu dil yani anadili de Rumca, çünkü Girit göçmeni. Sabah kalkınca ilk işi, çıt, radyoyu açıp Rumca şarkı bulmak oluyor da, ilkokula gidecek kızını öyle uyandırıyor.

Derviş Bey tabii ki razı olmuyor. Bunun üzerine baskılar yoğunlaşıyor ve 'Sen yapmayacaksan biz yapacağız!'lar başlıyor. Bu ayrıntıları nereden biliyorsun derseniz, Derviş Bey benim görme mutluluğuna eremediğim kayınpederim.

Tabii, aklı başında insanlar da var. Bodrum'u Tanıtma ve Turizm Derneği 1965'te başkan Rüştü Gür imzasıyla gönderdiği yazılarla yetkilileri uyarıyor: 'Bu anıt yıktırılırsa hem turizm baltalanır hem de Yunanistan misillemeye girişip camileri yıkmaya başlayabilir' diyor.

Sonunda Muğla'dan bir fen memuru yollanıyor, bu zat 'Tarihî bir özelliği yoktur; Nikola adlı biri tarafından yaptırılmıştır. Mail-i inhidam [çökme eğilimi] bahis konusudur' raporu veriyor. Köyişleri Bakanlığı Aya Nikola'yı belediyeden 10 bin liraya satın alıyor. Yıkım başlıyor.

İşin ilginç (ve daha da rezil) tarafı 'çökme tehlikesi vardır' denilen güzelim anıta kazma kürekle girişip yıkamayınca sonunda dinamit koyuyorlar.

O kadar ki, meydana açılan ve bugün Seyfi Bar'ın bulunduğu çıkmaz sokakta yaşayan ihtiyar kadınlardan dinledim, evlerinin kimi camları kırılıyor. Bununla bile ilk katın duvarlarını yıkamayınca o çirkinler çirkini Halk Eğitim'i onların üzerine çıkıyorlar. Yıkım 1969'da, evet bin dokuz yüz altmış dokuz'da sonuçlanıyor."


Aya Nikola Kilisesi, Bodrum kent kimliğinin ve ortak belleğinin ayrılmaz bir parçası

Ara Güler'in fotoğraflarından bize hüzünle bakan Aya Nikola Kilisesi, Bodrum kentinin kimliğinin bir parçası olarak ortak belleğimizde hâlâ varlığını sürdürüyor.

Osmanlı atalarımızın uygar devlet anlayışı sonucunda bir kilise olarak vücut bulan fakat sonrasında bir neslin, gençliğin kimliğini şekillendiren, sosyal hayatını renklendiren, aydınlatan bir bina iken bir anda yerle bir edilen, edilmek istenen acaba sadece duvarlar mıydı?

Yazı: İkbal Çiğdem Damar 

Bu yazı Bodrumlife Dergisi Haziran 2013 sayısında yayınlanmıştır.