26 Eylül 2013 Perşembe

Fikret Kızılok'u anıyorum...



Eylül, Yalnızlığın Senfonisi...

Sanırım, 1988-89 yıllarıydı. Şimdi artık aramızda olmayan ve pek çok Bodrumlunun tanıyıp bildiği büyüğümüz Gürkan Erertem'in evinde kalabalık bir grup olarak yemekteydik. Nedense neşeli ve sevecen bir sohbet ortamı oluşmamıştı. Formaliteden sorular, cevaplar, gülücükler.. Tam karşımda Gürkan Bey'in yanında oturan kırklı yaşlarda görünen, beyaz saçlı, hafif göbekli, göz göze gelmekten çekineceğiniz kadar keskin ve sorgulayıcı bakışlı adam herkesten daha fazla sıkılmış görünüyordu.

Önümdeki tabağımdan bir lokma yemek için eğildiğimde, ancak operada duyulabilecek tizlikte çok güçlü bir ses ortalığı kapladı. İrkilerek elimdeki çatalı düşürdüm. Bir anda herkes sustu, bakışlar oturduğu yerden bu kadar uzun bir nefesle terennüm eden adamda odaklandı. Bir kaç dakika süren terennüm boyunca, öfkeli görünen yüzünde kaşları çatıktı. Kısa bir sessizlikten sonra ise güçlü bir kahkahayla ortalığı ünletti. Hiç kimse bir şey anlamamıştı. Kahkahası ortamı rahatlattı, herkes yanındakiyle konuşmasını yeniden kaldığı yerden sürdürdü. Neden sonra, cesaret edip yanımdakine sordum:

- Kim bu adam?

- Fikret Kızılok.

- Neden az önce öyle bağırdı?

- Bilmem, içinden gelmiştir herhalde.

Onu ilk kez böyle tanıdım; Şaşırtıcı, sorgulayan, cesur ve protest. Sonraki günlerde tanıştırıldığımızda fark ettim ki etrafındakilere karşı nazik, sevecen ve duyarlı idi. Dostluk, önemsediği bir şeydi. Önemsediği içindir ki, içtenlikle ve çekinmeden düşündüklerini konuşmaya, tartışmaya hep hazırdı. İçtenlik ve cesaretle meselelerin üzerine gidebilen kaç kişi vardır çevremizde, inanıp tartışabileceği sözü olan? Belki de bu yüzden yalnızdı. Çok büyük bir evrendi onun içinde yaşadığı; müziği, armoniyi, denizi, sevgiyi, hoşgörüyü, düşünceyi, değiştirme gücünü içinde barındıran.

1966 model sarı renkli kaplumbağa tipi Wolksvagen arabasını ondan satın alırken önünde, bagaj kapağında siyah renkle kocaman yazılmış 99u sorduk: Niye 99?. Oğlumun okul numarası demişti. O arabayı uzun yıllar kullandım. Dikiz aynasına asılı boks eldiveni şeklindeki küçük maskotu ve 99 yazısını değiştirmeden.

Neyzen Tevfik Caddes'nde, Marina'nın karşısında Kaptan Hiko'nun Yeri vardı. Mandalina ağaçları arasında kurulu tahta masalarda taze balık ve en güzel Bodrum mezelerini yiyebileceğiniz bir lokanta. Sahibi ve işletmecisi Hikmet abi, iyi bir denizci ve iyi bir kaptandı, di'li geçmiş zaman kullanmamın sebebi, artık bu lokantanın olmamasından. Hikmet Abi hâlâ iyi bir kaptan ve iyi bir denizci. Ama Kaptan Hiko'nun Yeri artık yok. Kaptan Hiko'nun yerini Fikret Kızılok çok severdi. Orada yemek yenirken, derin ve hararetli sohbetler olurdu. Bir keresinde söz doğallığa gelince, çocuklarımızın bizim sahte mi yoksa doğal mı davrandığımızı algılayıp, kendi davranış biçimlerini bizlerden öğrenerek oluşturduklarını anlatmıştı uzun uzun. Rol yapmayı bizden öğreniyordu çocuklarımız.

2001 yılının Eylül ayında Fikret Kızılok aramızdan ayrıldı. Sessizce.

Bodrum sokakları bu duygu adamının gümbür gümbür adımlarından yoksun kaldı; denizler; müziğe ve özgürce düşünebilmeye açılan yelkeninden, çırpınan yüreğinden.

2002 yılının Eylül ayında, Mindos Evlerindeki bir komşumuz Veli Bar'ın sahibi Veli Turan, kendisinden hiç görmediğimiz bir davranışla, müziğin sesini sonuna kadar açmıştı bir gün. Günün ortasından başlayarak akşama dek saatlerce. Hiç rahatsız olmadık, kimse olmadı. Bahçesinde kurduğu masasında elinde kadeh, gözleri boşluğa asılı, Fikret Kızılok dinledi. Biz de.

Denizlerin gökyüzüyle buluştuğu o enginliklerde bir yer vardır belki de, şarkılar aracılığıyla gönüllerin bir olduğu. Fikret Kızılok sevenleri, şarkıları her çaldığında o yerdeler artık..

İkbal Çiğdem Damar
Bodrumlife - Ağustos Eylül Ekim 2006 sayısı